8 Mart’ta Daha Fazla İsyan, Daha Fazla Direniş!

04 Mar 2020

Dünyada ataerkiye karşı kadınların mücadelesi özellikle son yıllarda şiddetini arttırarak yükseliyor. Türkiye’deki kadınlar da bu isyanın bir parçası olarak isyanı ve mücadeleyi büyütüyor. Geçtiğimiz yıl kadına yönelik şiddeti ve cinsel saldırıları protesto etmek için Şilili kadınlar “Las Tesis”  adını verdikleri dansı yaptı. Devletin cinsiyetçi politikalarını teşhir eden sözleriyle, birçok ülkeden kadınların da yine aynı eylem tarzıyla desteğini aldı, giderek kitleselleşti ve dünyanın dört bir yanına yayıldı. Türkiye’de Las Tesis eylemini yapan kadınlar polis saldırısına uğradı. Kadıköy’de kadınlara şiddet uygulandı, Ankara’da Las Tesis eylemi yapan üniversiteli kadınlar yurttan atıldı, bursları kesildi. Lübnan’da ekonomik kriz nedeniyle gerçekleşen protestolarda bir kadının silahlı bakan korumasına attığı tekme sembolleşti ve dünya kadınlarına güç verdi, kadınlar her türlü baskı ve şiddete karşı erkek egemen sisteme yaşamın her alanında geliştirdikleri direniş ile yanıt oldu.

Son 10 yıl içerisinde 2019, Türkiye’de en çok kadın cinayeti işlenen yıl oldu. Erkekleri koruyan yasalar ve hukuksuz yargılamalar, caydırıcı olmamakta aksine daha fazla kadın cinayetine teşvik etmektedir. Birçok cinayetin de üzeri karanlıkta bırakılarak örtülmekte ve faili meçhul kadın cinayetleri giderek artmaktadır. AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde ölü bulunan Nadira Kadirova’nın otopsi raporu 5 aydır açıklanmadı. Rabia Naz’ın katilleri hala korunuyor ve ailesi sistematik bir şekilde polis tarafından tehdit ediliyor. Rabia Naz’ın da Nadira Kadirova’nın da intihar ettiği söylenip, bu cinayetlerin üstünü kapatmaya çalışılıyor. Şule Çet cinayetinde de Şule’nin intihar ettiğini iddia edip tepkiler azaltılmaya çalışmış fakat kadınlar bu davanın peşini bırakmayarak Şule’nin katillerinin ceza(!) almalarını sağladı. İndirimli cezalar, çocuklara cinsel istismarda af yasası, nafaka yasası, devletin; hukuki boyutta nasıl erkek egemen bir yapıda olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.

Türkiye’de, ekonomik krizle beraber kadınlar üzerindeki baskı ve sömürü artıyor, devlet politikaları da bu baskıya hizmet edecek şekilde uygulanıyor. Egemenler, ekonomik krizin çözümünü; kadının emeğini sömürerek, işten çıkararak, ev içi emeğini yok sayarak, ucuz iş gücü olarak kullanarak sağlamak istiyor. İşsizlik oranları her ay rekor kırarken, yaşam pahalılığı da işçinin, emekçinin, kadınların, gençlerin sırtındaki yükleri arttırıyor. Bu sebeple özellikle genç kadınlar güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Genç kadınlar, üniversite ve lise okurken geçimlerini sağlamak için aynı zamanda da çalışmak da zorunda. Yaşamın giderek pahalılaştığı, ulaşımdan barınmaya bir dizi zamla her geçen gün derinleşen sefalet düzeni karşısında genç kadınların çalışmadan okuyabilmeleri mümkün değil. Lütufmuş gibi verilen öğrenim kredileri, giderleri karşılamadığı gibi mezun olduktan sonra da öğrencilerin sırtına borç olarak biniyor. Bu kriz koşullarında çalışmak zorunda kalınan işlerde ucuz iş gücü olarak, sigortasız bir şekilde sömürü derinleştiriliyor.

Eğitim sistemi baştan aşağıya erkek egemen politikalar etrafında şekillendirilmiş, müfredattan işleyişe tüm sistem ataerkinin sürekli kendisini üretmesi için düzenlenmiştir. Liselerde ve üniversitelerde, meslek seçmede cins ayrımcılığı sebebiyle kadın öğrenciler hemşireliğe, öğretmenliğe, eczacılığa vb. mesleklere yönlendirilirken; erkek öğrenciler her meslekte başarı sağlayabilecekleri gerekçesiyle daha çok imkana sahip oluyor. Kız çocukları okutulmuyor ya da liseden sonra hemen çalışabileceği bölümlerde okutuluyor. Kimi de evlilik dayatmasıyla okuldan alınıyor. Yaşam alanı ev ve okul olan kadınlar, sosyalleşme alanı bulamıyor. Devlet, okullarda ve yurtlarda fişleme yaparak, “tehdit” olarak gördüğü öğrencileri uzaklaştırıyor. Elazığ depreminden sonra Siirt Hassa Hatun Yurdu’unda oluşan çatlakları sosyal medya hesabından paylaşıp, can güvenliği olmadığını söyleyen kadın öğrenciler; yurt idaresi tarafından anonsla yurttan atılmakla ve burslarının kesilmesiyle tehdit edildi. Üniversitelerimizdeki sorunlar çok yönlü olduğu gibi kadın öğrenciler üzerinde kurulan baskı, saldırı ve sindirme politikaları özel bir yer tutuyor. Okullarda taciz ve tecavüzler artarken failler ya korunuyor ya da gerçekler örtünmeye çalışıyor.

5 Ocak’tan beri kayıp olan Gülistan Doku’nun nerede olduğunu soruyoruz. Polis-devlet-suçlu işbirliğinde Gülistan’ın nerede olduğunu saklanıyor, Gülistan’ın bulunması istenmiyor. Gülistan’ın nerede olduğunu soran arkadaşlarımız tehditle ve gözaltıyla susturulmaya çalışılıyor. Kadınlar Dersim’de kaldıkları yurtlardan, okullardan, sokaklardan, meydanlardan haykırıyor. YTÜ öğrencileri, çocuk istismarının savunucusu öğretim görevlisi Bedri Gencer’i kendi dersinde teşhir etti ve sınıfı terk ettiler. Kadınlar Ankara’dan tüm saldırılara ve baskılara “Tecavüzcü profesör tutuklansın” diye haykırdı ve gerçekleri örtbas etmeye çalışanlara izin vermedi.

Kadınlar erkek egemen politika ve saldırılara karşı sokakları terk etmeyi hiç bırakmadı ve daha fazla cüret ederek sokaklarda, meydanlarda dayanışmayı büyüttü. Meksika’da kadın cinayetlerini protesto eden kadınlar sokakları ateşe verdi, erkek egemen zihniyete karşı direnişi büyüttü. Kadınlar dünyanın dört bir yanını özgürlük, eşitlik, yaşam mücadelesiyle yerinden oynatmaktadır. Erkek egemenliğine karşı yürüttüğümüz mücadele biz kadınları birbirimizle bir şekilde buluşturuyor. Sokakta tacize karşı ses çıkarırken, okulda “hocalara” karşı kendimizi savunurken, adliyede bir kadının koluna girerken, eylemde polis barikatına dayanırken, çocukların çıkaramadığı ses olurken…

Biz genç kadınlar geleceğimiz ve özgürlüğümüzü mücadele ve direniş ile kazanacağımız bilinciyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü karşılıyoruz. Bu 8 Mart’ta ataerkinin tüm saldırılarına karşı güçlü direniş hattı oluşturmak ve isyanı bir adım daha ileriye taşmak için amfilerden, fabrikalardan taşarak alanları dolduralım! Ataerkil sisteme karşı örgütlü mücadeleyi büyütelim!

YDG’li Kadınlar

Mart 2020

 

benzer haberler