Mücadele ve Örgütlülük Kazandırır, Özgürleştirir! Sistem Çürütür, Yozlaştırır!

10 Haz 2021

Sistemin her kolundan sinsice sürdürdüğü yozlaştırma politikalarının “mihenk taşı” olan uyuşturucu; Türkiye genelinde alışkın olunan bir kelime. Özelde ise değişkenlik gösteriyor. Farklı farklı bölgelerde bu uyuşturucu ile her mahalle neredeyse her ev iç içe yaşıyor. Özellikle devrimci kültürün hüküm sürdüğü, devrimci mücadelenin en dinamik olduğu, emekçi, demokrat kitlelerin tabanını oluşturduğu emekçi mahallelerde bu madde ile tanışma yaşı 13-14 yaşlara kadar iniyor, çünkü devlete göre bu maddelerin yayılması için en gerekli en “zorunlu” yer bu mahalleler oluyor. Okulda, sokakta herhangi bir yerde daima kimliksizleştirilmeye daima apolitikleştirilmeye, sistem içine çekilmeye çalışılan gençler, kötü bir eğitim sisteminin içinde kötü ekonomik koşullarla emekçi ailelerin çocukları olarak hayatını idame ettirmeye çalışıyorlar. Okula giden gençler okumayan lümpen veya işçi gençler ise günlerinin belli saatlerini yaşıtlarıyla ya da kendi mahallelerinde “idol” olarak gördükleri “mahalle abileri”nin yanlarında geçiriyor. Bu bahsi geçen “mahalle abileri” bazen bilinçli bir şekilde bazen de kendi varlıklarıyla bile halk gençliğine genel olarak halk dilinde “serserilik” kategorisine giren tüm alışkanlıkları empoze ediyor. “Ne gelirse arkadaştan gelir” diye halkımız arasında çok da yaygın kullanılan kalıplaşmış bir cümle vardır, bu cümle bu konu özgülünde doğruluk payı taşıyor. Arkadaş çevrelerinden ya da başka birinden gelen uyuşturucu hakkında bilgi, gençlerin aklında belli bir süre sonra akla-uygun bilgi olarak evriliyor ve uyuşturucuyla tanışıyor. Tabi ki başka koşullarda, başka şartlarda bu tanışma evresi kesinlikle değişkenlik gösterebiliyor. Bahsettiğimiz “serserilik” kategorisine giren bütün seçenekler gençler için ilgi çekici olabiliyor. Bu seçenekler somut olarak zincirleme birbirine teşvik edebiliyor.

Devlet eliyle üretilen büyük uyuşturucu üretimlerinin başında olan insanlar tarafından ya da ülke sınırları içine sokulan (bazen illegal olarak bazen ise yetkililerin gözetiminde bilinçli şekilde) tonları bulan uyuşturucu, uyuşturucu kaçakçıları tarafından alt kademelerdeki torbacılara ulaştırılıyor daha sonrasında ise halk gençliğinin eline geçiyor. Kullanımı haftada bir 15 günde bir şeklinde başlayıp daha sonrasında günlük kullanıma kadar düşen bu uyuşturucu, türlerine göre bağımlılık seviyesi çok ya da az olabiliyor. Bir tarafta tek dozda bağımlı eden eroin diğer tarafta “ottur zararı yoktur” gibi saçma sapan sözlerle kullanımı meşrulaştırılan bağımlılık seviyesi “kısmen” düşük olan esrar. Bu maddelerin kullanıcılarının çoğunluğunu oluşturan gençler bağımlı olmaya başlarken okuldan, işten ya da herhangi bir sosyal aktiviteden “zevk” almamaya başlıyor, uyuşturucu üzerine kurulu olan ilişkilerinin pragmatik olduğunu fark ediyor. Bunun sonucunda sadece uyuşturucuyla yatıp uyuşturucuyla kalkan, bunun çok yönlü olarak her bakımdan zarar olduğunu bilinçli bir şekilde idrak eden fakat kullanmaya devam edip sorgulamayan, düşünmeyen bireyler haline dönüşmeye başlıyor. Bu kullanıcılar belli bir süreyi aştıktan sonra maddi anlamda güç yetiremedikleri uyuşturucuya ulaşmak için ilk önce evden daha sonrasında ise ev dışında herhangi bir kişiden herhangi bir yerden para, en kötü ihtimalle para edecek şeyler çalmaya başlıyor. Uyuşturucu kullanıcılarının ailelerinin bu kullanıcının uyuşturucu kullandığına dair şüpheleri bu süreçte devreye giriyor. Çocuklarına bu olayı “yakıştıramayan” aileler belli bir süreyi sadece şüphelenmekle sınırlı tutuyor. Tam farkındalık yaşandığında ise çoğu aile bu olayı şiddetle karşılıyor. İlk iş AMATEM’e ÇAMATEM’e götürülen uyuşturucu kullanıcıları kesin bir çözüm olarak gördükleri bu yerden gerektiğinden fazla medet umuyor ve sonuç hüsran oluyor. Kullanıcılarla haftada bir ya da 10 günde bir yapılan seanslarda ailenin isteğine göre tahlil yapılıyor ve verilen anti-depresanlarla madde kullanıcılarını “topluma geri kazandıracaklarına” inanıyorlar. Verilen anti-depresanlar kullanıcının beynindeki günlük salgılanan mutluluk hormonlarını (dopamin, endorfin, serotonin) normal bir seviyeye getiriyor, uyku sorunu yaşayan kullanıcılarda ise uyku saatlerini düzenlemeye yarıyor fakat bunun elle tutulur bir değeri ya da yararı yok. Madde kullanımıyla birlikte gelişen anksiyete, çeşitli obsesyonlar, değişik psikolojik sorunlara da aynı anti-depresanlar veriliyor ve sadece ilaç kullanımının bir çözüm olacağı zannediliyor. Türkiye’nin en köklü ve en eski kurumu argümanına dayanıp yaptıkları her tedavinin, koydukları her kuralın doğru olduğunu savunan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nin AMATEM ve ÇAMATEM bölümlerinin bahçesinde uyuşturucu tedariği yapılıp, gözle görülür bir şekilde kullanımı gerçekleşiyor. Verilen örnekteki hastanenin “uyuşturucuyla mücadele” bölümlerinin faydası ne kadar az ise genelde olan aynı kurumların faydası da aynı. Anlatılan süreç baştan aşağı sistemin ve devletin istediği gibi gerçekleşiyor. Uyuşturucunun alttan üste doğru olan kâr-zarar marjında her zaman zarara giren halk gençliği her zaman kâra geçen ise burjuva-feodal sistem ve onun besleyip palazlandırdığı mafya-çeteler oluyor.

Uyuşturucuyu üretme, yayma gerektiği yerlerde üretene yayana da göz yumma sistemin azgınca saldırılarından sadece bir tanesidir. Bu politika açık savaşım halinde değildir, sinsi ve gizlidir. Bu politikayı üreten sistem sorgulamanı, eleştirmeni, öğrenmeni istemez. Bu süreçte üzerimize düşen yaşamımız boyunca hem öğrenmek hem de öğretmektir. Parça parça örgütlenerek bu gibi kitlelere nüfuz etmek bizlerin yani devrimcilerin başlıca görevleri arasında gelmektedir. Güncelde olan Boğaziçi eylemlerindeki öğrenci gençliğin refleksi sistemin bize dayattığı egemenliğe boyun eğmemek konusunda örnektir. Yazıda ele aldığımız konu her alanda sistemin bize dayatacağı egemenliği kabul etmemiz için uygulanan ön koşullardan sadece bir tanesi. 2 sene boyunca uyuşturucunun her türüyle tanışıp günlük çok yüksek dozlarda kullanımı olmuş olan bir birey olarak yazıyorum; 2 senemi yukarıda bahsettiğim kurumlarda ilaç ve yatılı tedavi görerek kurtulmaya çalıştım, başaramadım. Sonrasında ise örgütlendim. Küçük yaştan beri aralarında olduğum “devrimcilerin” üstüne düşen görevlerden biriydi beni bu bataklıktan çıkarmak. Başarılı da oldular. Yaşamımın her alanını, günümün her saatini mücadeleyle doldurdum. Bir zamanlar sokaklarında uyuşturucu kullandığım sınıf çelişkisinin en keskin olduğu mahalleleri devrimci pratiklerle kendimi ise ideolojik-politik-siyasal anlamda donatmaya başladım. Devlet eliyle sokaklarımızda “mafyacılık” oynayan çetelere, uyuşturucu tacirlerine ve onları yaşam alanlarımıza sokan sisteme karşı kendimi baştan yarattım. Biz devrimciler olarak buradayız ve burada olmaya da devam edeceğiz. Belirli kısmına temas ettiğimiz gerekli koşullarda ulaşamadığımız ülkenin çoğunluğunu oluşturan halk gençliği ise gittikçe yaşama dair zorlaşan koşullar içerisinde boğulup kalıyor, çelişkileri büyüyor, bunalım içerisinde sorgulama, eleştirme, yargılama mekanizmaları gelişiyor. Bu bir yaşam ya da başarı öyküsü değildir. Daha fazla vakit kaybetmeyelim, örgütlenelim ve yaşamınızı her daim pamuk ipliğinden kurtararak sıkı sıkıya mücadele ile örelim. Her gün her dakika bu köhne ve kokuşmuş sömürü düzeninde bir genç olarak nasıl bir gelecek bizi bekliyor diye düşünelim, sorgulayalım. Kuşkusuz ki bütün sorunlarınızın çözümü devrimle gelecektir. Bunun için ayağa kalkalım ve devrimci mücadeleye tüm benliğimizle atılalım. Kurtuluş ve gelecek mücadelededir, örgütlenmektedir.

Bir YDG’li

benzer haberler