Neden ile Çözüm Arasındaki Diyalektik Bağ

24 May 2019

Gençliğin devrimcileşme süreci, hâkim sınıf ideolojisi eksenli olarak barındırdığımız birçok zaaf ve eksikliğin çetrefilleştiği zorlu bir yürüyüşse; yürüyüşümüzün devamı ve başarısı bizi amacımıza ulaştıracak doğru bir rehberden geçmektedir. Bu sürecin zorluğu, devrimcileşme ve devrim yolunun baş aktörü olan rehberimiz Marksizm-Leninizm-Maoizm biliminin önemini bilmek değil; bu olguyu kavrayarak, uygulamak olmaktadır.

Mücadele içerisinde hepimizin yaşadığı sıkıntılar olmuştur, olması da mutlaktır. Burada belirleyici olan sıkıntı yaşamak, sıkıntının niteliği ya da kaynağı değil; sıkıntıları çözmek, süreci bir adım ileri taşımak için takındığımız tavır, çözmeye yönelik müdahalelerimiz olacaktır. Müdahalesizliğimiz ya da yerinde ve doğru olmayan müdahalelerimiz çözümü değil sorunu güçlendirecek bir yerde duracaktır. Öyleyse aşmamız gereken ilk zorluk, sistemin derinleştirdiği pasifliği aşarak duruma müdahale etme özelliği kazanmak ve geliştirmekken, diğer aşama ise; müdahalelerimizin niteliğini artıracak olan devrimci bilgiyi öğrenmektir.

Mücadeleye katılmamız sistemle bağlarımızı bir anda koparan bir yerde durmamaktadır. Dolayısıyla sistemin özümsettiği, bireycilik, disiplinsizlik, pasiflik, özgüvensizlik gibi birçok zaafı, öğrenci kökenli küçük burjuva karakterli olmamızdan kaynaklı daha derin yaşamaktayız. Peki, çelişkilerimiz bu kadar derinken biz, kuşandığımız ya da kuşanmamız gereken silahımızı ne kadar kullanabiliyoruz? Silahımızın namlusu sistemin bir parçası olarak kök salmış zaaflarımıza mı doğruluyor yoksa mücadelemize mi? Bunu belirleyen yaşadığımız sıkıntıların mücadelemizi ve devrimcileşme sürecimizi nasıl etkilediğidir.

Çelişki yasası gereği var olduğumuz her alanda zıtların savaşımı, baskın gelme mücadelesi olacaktır. Örgütlülüğe karşı örgütsüzlük, devrimci disipline karşı disiplinsizlik, kolektivizme karşı kendiliğindencilik gibi birçok olgu karşıtıyla birlikte savaşım içerisinde olacaktır. Fakat hangisinin baskın geleceğini belirleyen yine bizim pratiğimizdir. Sıkıntılara karşı teslim bayrağı çekerek köşemizde yakınacak, dış faktörleri mi suçlayacağız yoksa mücadelenin öznesi olarak kendimizi görerek bu sıkıntının devrimci bir temelde çözümü için mi uğraşacağız? Devrimci tavır, öncelikle yaşanan sorunu doğru tespit etme, temelinde yatan nedenleri gün yüzüne çıkarma ve çözüme yoğunlaşma olacaktır.

Birçoğumuz örgütlülük ile ilgili belli çelişkiler yaşayıp çözüm üretemediğimizden kaynaklı örgütü ve örgütlülüğü hissetmemeye varan sonuçlar yaşamışızdır. Peki, bu neyin sonucudur? Bazı yoldaşlar sorunu dışarıda arar bir tarzda örgütteki eksikliklerin arkasına gizlenerek açıklamış, yer yer tepkiselleşerek çözümü başka yerlerde aramışlardır.  Devrimci bilgi ve pratik olmaksızın bu tavır gayet anlaşılırdır. Çünkü sorunu tespit etme, doğru müdahale tarzı, politik ve ideolojik gelişimimizle, sorunu çözme ise bilginin pratikle buluşması ile olacaktır. Doğal olmayan nokta ise devrimcileşme iddiası olan bizlerin soruna yaklaşımda gösterdiği bu ilkel tavır, zayıf duruştur. Yakınmak yerine samimi olarak şu soruyu sormak gerekiyor; sıkıntıların kaynağı eksikliklerimizse, biz bu eksiklikleri gidermek adına ne yaptık? Öncelikle örgütlülüğün temeli olan kolektivizmi işletebildik mi? Devrimci bilgiden bahsediyorsak, eğitim çalışmaları yapmadan teorik-politik gelişimimizi ne düzeyde, nasıl sağlayacağız, toplantılarımızı düzenli yapmadıkça kolektifi ve çalışmanın sürekliliğini nasıl yaşatacağız? Girdiğimiz pratiğin öğreticiliği ne düzeyde olacaktır ya da eleştiri özeleştiri toplantıları yapmadan gelişim ve alandaki yoldaşlar arasında yaşanan sorunlar nasıl çözülecek, devrimci yaşam kültürü nasıl oturtulacaktır?

Açıktır ki kolektifin nefes almadığı yerlerde kendiliğindencilik ve dağınıklık gelişecektir. Bu eksende girilen pratikler iş olmaktan öteye geçmeyecektir. Çünkü bir pratiğe devrimci niteliğini katan, o pratiğin hizmet ettiği devrim iddiasına uygun bir şekilleniş içerisinde, örgütlü bir emeğin ürünü olmasıdır.

Emeğin örgütlenemediği yerlerde pratiksizlik veya kendiliğinden bir hareket gerçekleşir ki bu da öğretici olmaktan çok uzaktır. Bazı alanlarda yaşanan pasif kalma, müdahalesizlik bu eksikliğin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir örgütsüzlük içerisinde sıkıntılar, eksiklikler dolayısıyla örgütlülüğün zayıflamasının ardından örgütten uzaklaşılması ortaya çıkan yegane sonuçtur.

Diğer bir nokta kolektiften öğrenme, kolektif gelişim esastır deyip; eğitim çalışmalarının yeterli düzeyde yapılamaması, bilginin bireyselleşmesinden başka bir şey değildir. Örgütlülüğün karşısına koyduğumuz bireysellik ise iddialarımızı ne oranda karşılayacak bizi ne oranda ileri taşıyacaktır? Devrimci pratik ile devrimci bilginin diyalektiği olmaksızın devrimci mücadeleden ne oranda bahsedilecektir. Bilgi pratik ile başlar, pratik yoluyla teori düzeyine ulaşır ve ardından yine pratiğe dönmek zorundadır. “Bilginin aktif görevi, yalnız algı bilgisinden, rasyonel bilgiye sıçramasında görülmez aynı zamanda –ve daha önemli olarak- rasyonel bilgiden devrimci pratiğe sıçramasında görülür.” (Devrimci Eğitim ve Çalışma Üzerine) Bu diyalektiği kuran bilginin ve pratiğin örgütlenmesi ise açıktır ki; eğitim çalışmaları ve toplantıların, kolektif ile olan diyalektiğinin kavranarak hayata geçirilmesinden geçmektedir.

Devrimcileşme sürecini salt eylemsellik ve teorik-politik bilgi birikimi olarak değerlendirmek, yaşam kültüründen soyutlamak, yüzeysel ve eksik bir anlayıştır. Zira devrimci pratiği belirleyen yaşam kültürümüz olmaktadır ve devrimci bilgi bir bütün yaşamın her alanına uygulandığı ölçüde kavranacaktır. Sorumluluk, disiplin gibi faaliyetin düzenini ve verimini belirleyen özellikler yaşamımızı özelde günümüzü ne kadar planladığımız ile yakından alakalıdır.  Düşünelim ki sabah saat on, on bir de ya da düzenli bir saat olmaksızın uyanan bir devrimci gününü nasıl, ne oranda planlayabilir? Düzensiz bir yaşam tarzı faaliyetin düzenini de belirleyecek bir yerde durur ve haliyle bir bütün olarak devrimci pratiği aksatır. Bu aksamalar ve eksiklikler koyduğumuz hedefler ile aramıza bir set çekecektir. Bu ise bizi umutsuzluğa, güvensizliğe sürükleyen bir etken olacaktır. Teorik-politik bilgi birikimi açısından oldukça iyi olan fakat yaşam kültürü açısından küçük burjuva özelliklerin ağır bastığı bir yoldaş düşünelim. Mütevazilikten uzak, lüks alışkanlıkları olan bir kişi emeğin değerini ne oranda içselleştirebilir ya da var olanı ne oranda koruyabilir ki?! Yaşam pratiğimiz, yaşam tarzımızı, kaygılarımızı, amacımızı şekillendiriyorsa hedeflerimize uygun şekilleniş, kendi yaşamımızı buna uygun olarak şekillendirmekten geçmektedir. Savunduğumuz, mücadelesini verdiğimiz ile yaşamımız arasındaki çelişkiler, zıtlıklar bizi mücadeleden gerileten, koparan bir yerde durur. Haliyle bu tür bir yaşam pratiği bizi mücadelemize, örgütlülüğe yabancılaştırır, örgütlülüğü hissetmememize neden olur.

Örgütü, örgütlülüğü hissetme buna uygun bir pratik şekilleniş ile mümkündür. Faaliyette, yaşam pratiğimizde boy gösteren burjuva ve küçük burjuva özellikler, onlarla mücadele ederek aştığımız oranda bizi ileriye taşır. Diğer türlü mücadele ile olan çelişkilerimizi derinleştirir. Hemen hepimizin yaşadığı örgütlülüğü hissetmeme gibi sonuçlar bu çelişkilerin ürünüdür. Dolayısı ile çözüm yöntemi de ortadadır. Sorunun nedeni bir bütün olarak bizim pratiğimizse çözümü de bu pratiği şekillendirmek, düzeltmektir. Bu bilinç ile MLM’yi, pratiğimiz ile bütünleştirmek, amacımıza uygun olarak yaşam kültürümüzü şekillendirmek bunun ışığında mücadeleyi örmek gerekmektedir.

benzer haberler