Kendini “Dünyayı Temellerinden Sarsacak Dava”ya Adamak

07 Nis 2020

Sermayeye dayalı üretimin egemen olduğu sömürü ve zulmün hüküm sürdüğü, bir avuç asalak azınlığın hâkim olduğu sınıflı toplumlarda her sınıfa ait bir dünya görüşü vardır. Her sınıf sahip olduğu dünya görüşü doğrultusunda gelişmeler ve olguları açıklar ve sınıf çıkarları doğrultusunda gerçekliğe, yaşama yön verir. Sömürülen ve ezilen sınıf olan proletarya yani zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanlar devrimci bir ideolojiye sahiptir. O, ancak bütünlüklü ve tam bir sınıf ideolojisine sahip olduğu zaman yaşamı, gerçekliği doğru anlayıp kavrayarak açıklayabilir ve bu ideolojinin yol göstericiliğinde yaşama yön vererek onu değiştirebilir. Bilinç ve iradenin cisimleştiği örgütlü gücüyle, yaşamı örgütler ve değiştirir. Yetersiz eksik ve yarım sınıf bilinciyle ne sınıf savaşımının gerçekliğini, yasalarını, özünü doğru anlayıp kavrayabilir ne açıklayabilir ne de değiştirme gücünü ve iradesini ortaya koyabilir. Çünkü yetersizliğin en büyük nedeni gerçeği kavramayan ve gerçeğin yasalarına hükmedemeyen bilincin kendisindedir. Yani kendisindedir. Problem bu iddiayı taşımak için yola çıkanlardadır bir başka ifadeyle “kendini dünyayı temellerinden sarsacak dava”ya omuz verenlerindir.

Proletaryanın büyük ustası Lenin yoldaş; “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”, “Devrimci hareket derin bir bilimsel bilgi temeli üzerinde yükselebilir” derken ya da “tam sınıf bilinci”nden bahsederken vurgulamak istediği, devrim ve örgüt bilimine yani sınıf bilincine tam hakimiyettir. Eksik ve yetersiz kulaktan dolma bilgilerle, yüzeysel bir sınıf mücadelesi kavrayışıyla, yaşama ve çelişkilere çeyrek hakimiyet ile devrimci pratik örgütlenemez, bu haliyle örgütlenen bir faaliyet sürece, gelişmelere ve yaşama devrimci tarzda, etkili bir biçimde yön veremez. Bugün belli çalışmalarımızda ya da sınıf mücadelesinin belli dönemlerinde sık sık karşımıza çıkan ve bizleri gelişme dinamiğinden uzaklaştıran sorunlarımızdan biri de sınıf mücadelesi kavrayışımızın yüzeyselliği ve ideolojik-politik ve teorik olarak geriliğimizdir. Yeni revizyonizmin bin bir renkte kristalize olarak kendisine alan açmaya çalıştığı ve tasfiyeciliğin yoğunlaştığı bu süreçte Marksizm-Leninizm-Maoizm biliminin kavranması ve bu kavrayış ışığında halk gençliğinin örgütlenmesi esas görevlerimiz arasındadır.

Bugün ezilen emekçi sınıfların ve özelde de halk gençliğinin temel sorunu örgütleme meselesidir. Halk gençliğinin yarını kazanma mücadelesinin yolu da örgütlenmeden geçiyor. Peki bu mücadele nasıl yaratılacak? Kuşkusuz devrimci teoriye hakimiyetsizlik içinde, zayıf ve yetersiz bilgi birikimle, iddiasız pratiklerle halk gençliğinin anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelesi geliştirilemez. Bu noktada eksikliklerimizi tespit ederek giderme yönlü cesur adımlar atılmalıdır. “Benim de bazı eksikliklerim var. Kuşkusuz benim de yanlışlarım, hatalarım vardır, olmuştur, olabilir” yaklaşımları sorunun özüne inmeden yani gerçeklikle, hatalarımızla yüzleşmeden, açık ve hesapsız bir mücadeleye girmekten kaçmaya götürür bizleri. Bu tutum ilerletmek yerine gerileten bir tutumdur. Bunun yerine “hangi geri yanımıza yöneleceğiz?” sorusuna verdiğimiz yanıt ve çözüm yöntemimiz devrimci mücadelede bizleri ileriye taşıyacak hamlelerdir.

Bu hamleleri basitten karmaşığa doğru geliştirmek ama hep ileriye doğru adımlar atmak kuşkusuz önemlidir. Düşünce tarzımızda, yaşam ve mücadele tarzımızda, pratiklerimizde devrimcileşerek işe başlayacağız. Yani önce kendimizden, en yakınımızdan, en sorunlu ve zayıf olan yanımızı değiştirerek, işe başlayacağız/başlamalıyız. Bunun hiç de kolay olmadığını bilmeliyiz tabii ki. Ancak zor, devrimin öğretmeni ise o zaman zor olandan başlayacağız. Unutmamak gerekir ki kendini değiştiremeyen başkasını asla değiştiremez. Sömürü ve zulüm dünyasını hiç değiştiremez. Eleştiriden ve sorgulamaktan kaçınmayalım. Sağlam bir ideolojik-politik temel üzerine inşa edilmiş ve son derece örgütlü, disiplinli bir örgüt yaratılmadığı sürece etrafımızdaki geniş kitleler örgütlenemez. İdeolojik-politik olarak sağlamlaşmış bir örgüt yaratmak için iki şey gereklidir: Birincisi; devrimci teoriye güçlü ve sağlam bir şekilde hakimiyet sağlamak; İkincisi; bu teorinin ışığında ve yol göstericiliğinde devrimci pratiğin ustaca ve başarıyla örgütlenmesi… Bu iki noktanın birbiriyle diyalektik uyumu ilerlemenin anahtarıdır.

Sınıf mücadelesinin bir dizi zorlu görevi bizleri beklemektedir. Bu görev ve sorumluluklar ancak zorlu ve yoğun bir devrimci çalışmayla pratikten kopmadan, örgütsel çalışmadan uzaklaşmadan ve en önemlisi de araştırma ve incelemeden, bilimsel sorgulayıcılıktan hiç kaçmadan işe başlamak gerekir. Kendimize sürekli soru sorarak yürümeliyiz. Dünya halkları azgınca bir sömürü çarkında ezilirken biz ne yapıyoruz, devrim mücadelesinin neresinde duruyoruz? Görev ve sorumlulukların neresindeyiz? Bakış açımızı, sorunlar, görevler ve sorumluluklar karşısındaki duruşumuzu, gerçekliğimizi şimdiye kadar bize yöneltilen eleştirilerin niteliğini bir kez daha hesapsız bir şekilde gözden geçirerek işe başlamalıyız. Sınıf mücadelesi kavrayışının geliştirilmesine dönük politikaların ve yönelimlerin dönemsel olmaktan çıkarılıp sürekliliğe büründürülmesi esas hedefimiz olmalıdır. Kuşkusuz sınıf mücadelesi uzun erimlidir ve bu noktada sürekli bir biçimde ideolojik-politik ve teorik gelişim hedeflenmelidir. Öğrenme, hayata geçirme ve tekrar öğrenme…

Burjuvazinin “büyük anlatılar bitti” argümanı ile proleter ideolojiye saldırdığı bir süreçte “kendini dünyayı temellerinden sarsacak davaya adamak” yani MLM bilimiyle kuşanmak ve onu hayata geçirmek bugünkü temel görevimizdir. Bu bilinçle genç devrimciler olarak “proleter devrimciliği kuşan” şiarını faaliyetimizin her bir noktasında somutlamalı ve süreklileştirmeliyiz.

benzer haberler