Melih Bulu Gidecek, Demokratik Hak Mücadelemiz Kazanacak! Özgürlüğümüzü ve Geleceğimizi Vermeyeceğiz!

06 Şub 2021

Cumhurbaşkanı 2 Ocak 2021 tarihli kararla 5 üniversiteye rektör atadı. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması ve gecikmeksizin verilen tepki de bu karardan sonra başladı.

Boğaziçili akademisyenlerin ve öğrencilerin bu kararı protestosuyla başlayan süreç, devletin ve polisin protestolara saldırısı ile bir direnme mücadelesine dönüşmüştür. “Kayyum Rektör İstemiyoruz” talebi bugün “özerk, demokratik üniversite” talebine bürünmüştür.

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar, Cumhurbaşkanı’nın sınırsız olan yetkisinin kendi siyasi çizgisindeki kadroların atanmasına dair “özgürlüğünü” değil, üniversitelerin artık köleleştirilmiş birer kurumlar haline getirilmesi amacını açığa çıkarmıştır. Ortaya çıkan sorun istenilen kişilerin rektör atanması için bir günlük kararnameler çıkarılması ve ertesi gün değiştirilmesi değildir. Sorun rektör atamalarında YÖK’ün bile devre dışı bırakıldığı sistem de değildir. Sorun faşist uygulamaların “saray”da tek elden hayata geçmesi ya da bunun için oluşmuş kurumların kullanılarak yapılması da değildir. Sorun sadece protesto hakkına polis saldırısı da değildir. Artık sorun kesin şekilde özgürlüklerin, demokratik hakların yokluğuna duyulan derin tepkidir.

Günleri, haftaları devirerek protestodan direnişe evrilen süreç devlet, onun medyası, kolluk güçleri, “aydınları”, bürokrasisi ve sivil faşist unsurlarıyla kuşatma altına alınmaya çalışılmaktadır.

Direniş, “terörle iltisaklı”, “eylem yapanlar Boğaziçi’nde okumuyor”, “zaten öğrenci de değiller”, “öğrencilerin çoğu eylemlerde yok”, “sapkınlar”, “AB ve ABD’den fonlanıyorlar” vb. denilerek Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı tarafından hedefe konulmaktadır. Her gün TV ekranlarında aynı amaç için mücadele yürüten arkadaşlarımız “öğrenciler ve teröristler ayırt edilmeli” şeklinde bir hedef göstermeye maruz kalmaktadır. LGBTİ+fobik söylem ve kadın düşmanlığı temel argüman haline gelmiştir. Eylemlerimize polislerin saldırısı, evlerimize baskınlar, savcı ve hakim karşısında sorgulanmamız, işkence, gözaltı, abluka ve yasaklar rutin olmuştur. Tüm bunlar doğrudan Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesiyle gerçekleşmektedir.

AKP-MHP hükümeti ile her türlü uzantısı ve Boğaziçi’ne atanan rektör, “öğrencileri ne ilgilendirir” dediler. Daha sonra ise; atamaya karşı olan ve direnişi destekleyen başka üniversitelerden öğrenciler, akademisyenler, işçiler, emekçiler, sendikalar ve ilericilere karşı saldırı başlattılar. AKP-MHP hükümeti bu kesimleri sorundan uzak tutmak için basınç altına aldı. Boğaziçili olanlar dışındakilerin niyetinin kötü olduğunu “siyasi rant” elde etmeye çalıştığını propaganda ettiler. Direnişin karşısında olan herkese konuşma, tepki verme, saldırma özgürlüğü sınırsız iken direnişe destek olan herkes “provokatör” ve “terörist” olarak yaftalandı. Bu şekilde Boğaziçi Direnişi tecrit edilmeye, yalnızlaştırılmaya çalışıldı. Çünkü korkuları büyük, krizleri derindir. Cumhurbaşkanı “ ‘Melih Bulu istifa etmeli’ diyorlar, yürekleri yetse ‘Cumhurbaşkanı da istifa etsin’ diyecekler” ifadesiyle aslında sorunun kaynağına, direnişin neden bu kadar geniş destek aldığına dair durumu da izah etmiş oldu. Artık bırakalım eylem hakkının, söz ve ifade özgürlüğüne dair kırıntıların dahi gasp edildiği bir saldırı söz konusudur. Özgürlük ve demokratik hakları kısıtlanmayan tek bir toplumsal kesim, eleştirel bakıyor diye baskıya maruz kalmayan devletin saldırısından nasiplenmeyen tek bir kişi dahi yoktur.

Bugün Boğaziçi Direnişine destek, salgın koşullarında üniversite ve liselere yayılan hareket, diğer toplumsal kesimlerde oluşan duyarlılık sadece “Melih Bulu” gitsin diye değildir. Yaşanan hareket ve tepki sadece bir hak için, haklardan birisi için, öğrenciler açısından en önemlisi için değildir. Hareketi belirleyen özellik egemenlerin artık kendi yasalarını ve anayasalarını yok sayan açık tutumlarında gizlidir. Karakteristik olan, polisin, mahkemelerin, savcılığın, jandarmanın, bürokrasinin herhangi bir politik gerekçeyle ve daha da önemlisi bir politik gerekçe olmaksızın en pervasız biçimde saldırıyor olmasıdır.

İşte genel haklardan yoksun olunan bu koşullarda tek tek haklar için, bir parçada gasp edilen sorun için verilen tepkinin tüm toplum için yeterlilik taşımadığı açığa çıkmıştır. Boğaziçi’nde  anti-demokratik uygulamaya karşı verilen tepki, faşizmin topyekün saldırıları karşısında geniş kesimlerin bütünlüklü bir mücadele ve tepki arayışı olarak karakterize olmuştur. Parçadaki mücadelenin yetersizliğine dair umutsuzluğu ve bunun yarattığı darlaşmaya karşı anlamlı ve güçlü bir tepkidir.

 

İşte bu yüzden Boğaziçi ile dayanışma süreci, Melih Bulu’nun ve sadece bir anti-demokratik uygulamanın protestosu, buna karşı bir direniş çerçevesine sığdırılamaz. Faşizm şimdi bu oluşan birlikte mücadele ruhunu bir yandan saldırarak sindirmeye, diğer yandan “terör, provokasyon” argümanıyla kuşatıp parçalamaya çalışmaktadır. Burada en önemli saldırı Boğaziçi’ne karşı diğer toplumsal kesimleri uzak tutma girişimidir. Bu yüzden tüm gücüyle, her kesimin sorunlarının ayrı ayrı olduğu, herkesin kendi sorunuyla ilgilenmesi gerektiği propagandası yapılmaktır.

Buna izin vermeyeceğiz. Bir bütün olarak yaşadığımız sorun ortaktır. Özerk-demokratik üniversite talebi haktır, meşrudur. Ne ‘‘sarayın” ne YÖK’ün ne de özgürlüklerimizi ve demokratik haklarımızı kısıtlayan, üniversiteler üzerinde akademiyi, bilimi zapturapt altına almaya çalışan hiçbir devlet mekanizmasını kabul etmiyoruz. Özerk-demokratik, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim ve akademi haktır, meşrudur.

Tüm öğrencileri, akademisyenleri, işçi ve emekçileri, kadınları, gençleri bu mücadelemize aktif destek vermeye çağırıyoruz.

Korkmadan faşizmin demokratik haklarımıza, siyasal özgürlüklerimize, geleceğimize yönelik saldırılarına karşı durma zamanı. Darlaşmaya, tek tek sınırlanmaya karşı umudu ve daha güçlü mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.

 

-Yaşasın Özerk-Demokratik Üniversite Mücadelemiz!

-Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!

-Direne Direne Kazanacağız!

 

YENİ DEMOKRAT GENÇLİK

 

 

benzer haberler