Pandemiyle Örtülen Kriz ve Gençlikte Yarattığı Kaygı

03 Eki 2021

2019 yılında ortaya çıkan ve bir zaman sonra pandemiye evrilen COVID-19 salgını, iktidarın yanlış politikaları ve maddi kazanç elde etme hırsıyla Türkiye ve T. Kürdistanı’na da yayıldı. Salgın toplumun yaşayış biçiminde köklü değişimlere, farklılaşan ve kısıtlanan yaşamlar ise psikopatolojik durumları beraberinde getirdi. Pandemiyle birlikte halihazırda faşist abluka ve baskılar ile yaşamaya çalışan halk kitleleri üzerindeki baskı ve çelişkiler katlanarak arttı. Bundan dolayı krizin sebep olduğu kaygıyı ifade ederken sınıf perspektifinden bakılması, durumu kavrayış ve doğru çözümlenmesi için şarttır. Bu yazımızda genç kitlelerde kaygıyı tetikleyen durumları incelendikten sonra kaygının açıklamasını yaparak sonlandıracağız.

UZAKTAN EĞİTİM VEYA “EĞİTİMSİZLİK”

2019 Mart ayında Türkiye’de görülen ilk vaka sonrası eğitime 1 hafta ara verilmişti. Süreci kavrayamayan egemenler birçok belirsizlikle ve çelişkili ifadelerle eğitim modelleri öne sürdü. Yaklaşık 2 yıl boyunca egemenlerin değişen önerileriyle ve vaatleriyle eğitim yaşamlarını planlamak zorunda kalan genç kitleler adeta ortada kaldılar. Bu süreçte eğitimdeki sınıfsal ayrım, işçi, köylü, öğrenci gençliğin kaynaklara erişememesini ve eğitimden hiçbir şekilde faydalanmamasına neden oldu. İktidar, özel okulların sahip olduğu gelişmiş altyapıyı timsal ilan ederek burjuvazinin yalnızca ‘gençler bilgisayar başında sıkılıyor’ şikayetlerine kulak kabartmakla yetindi, zorunda kaldı. Özel mülkiyet dünyasının ortaya çıkardığı sınıf bölünmesinde, onun savunucuları olan egemenler “gençlerde dikkat” veya “gençlerin derse katılımı” hakkında araştırmalar, tezler yazarken öğretmen yüzü görmeyen yoksul halk gençlerinin sorunlarını görmezden geldi. Ortada gençlerin bilgisayar başında sıkılmasından daha önemli bir sorun var; bilgisayara ulaşamayan gençler ve krizin sebep olduğu yoksuluğun sonucu olarak evde olduğu süre boyunca çalışmak zorunda kaldı. Eğitim konusunda iktidarın çelişkili beyanları ve belirsiz kararları geleceğini umutsuzlukla dolduran gençlerin bugününü de kaygıyla doldurdu.

YÜZ YÜZE EĞİTİMİN PLANSIZLIĞI VE BARINMA

Yaklaşık 2 yıl sonra, uzaktan eğitimi başarılı geçirdiğine inanan egemenler, büyük bir coşkuyla eğitimin yüz yüze olacağını duyurdu. Duyuru, içerisinde yüz yüze eğitime yönelik hiçbir planı barındırmayarak kaosun yaratılmasına sebebiyet verdi. Egemenlerin belirsiz açıklamaları yüzünden kıyafetlerini valizinden çıkarmayan öğrenciler, yurt ve ev kiralarına gelen fahiş zamlarla valizlerini hala açabilmiş değiller. Bugün meydanlarda yatarak bu durumu protesto eden veya gerçekten bulamadığı konut yüzünden parklarda yatan genç bir kitle var. Konut sorunun aslının gençlik sorunu olmadığını, konut sorununun Engels’in de ifadesiyle egemen sınıfların işçi sınıfı üzerindeki sömürüsünün olduğu ve gençliğin de bu durumdan etkilendiği söylenebilir. Sorunun temelini kavramak, sorunu çözmenin koşuludur. Dolayısıyla sorunun temeline indirgenmeyen politikalar, gençliğin dinamiğini korumadığı gibi enerjilerinin sömürülmesine ve bununla etkileşimli olarak yeni kaygılar yarattığını söyleyebiliriz. Egemenler, konut sorununun gençlik sorunu olarak görülmesinden memnun olacaklardır. Bugün sosyal şovenist kurumların ve burjuvanın gizli kahramanı faşist partilerinin çıkar elde etmek için kullandığı gençlik hareketleri, konut sorununu çözemeyeceği gibi çözümden uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Bunlar burjuva bilincin eylemsellikleridir. Engels bu durumu şöyle açıklamıştır: ‘’Günümüz toplumundaki bütün kötülüklerin temelini koruyup, aynı zamanda bizzat kötülükleri yok etmeyi istemek burjuva sosyalizminin esasıdır.’’

Yani gençliğin barınma sorunu vardır. Bu sorun, yurt inşa etmek veya belediyelerin misafirperverliği ile aşılacak bir sorun değildir. Sorun, egemenlerin işçi sınıfı üzerindeki sömürü düzeninin yerle bir edilmesiyle çözülebilir. Engels, Konut Sorunu yapıtında bunun çözümünü şöyle açıklamıştır: ‘’O halde konut sorunu nasıl çözümlenecek? Günümüz toplumunda herhangi bir diğer toplumsal sorunun çözüldüğü gibi: arz ve talebin tedrici ekonomik ayarlanması ile, sorunu her zaman yeniden yaratan ve dolayısıyla çözüm olmayan bir çözüm ile. Bir toplumsal devrimin, bu sorunu nasıl çözeceği, yalnızca her durumdaki özel koşullara dayanmamaktadır, ama aynı zamanda, en önemlilerinden biri, kent ve kır arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılması olan, çok daha geniş kapsamlı sorunlarla da ilgilidir. Gelecekteki toplumun düzenlenmesi için ütopik sistemler yaratılması bizim görevimiz değildir, sorunu burada ele almak son derece boş olacaktır. Ancak bir şey kesindir; rasyonel kullanımı varsayımıyla, büyük kentlerde, herhangi bir gerçek “konut darlığını” anında giderecek mesken için yeterli bina zaten vardır. Bu doğal olarak, ancak, mevcut sahiplerin mülksüzleştirilmesiyle, yani onların evlerine evsiz işçileri ya da bugünkü evlerinde aşırı derecede kalabalık olan işçileri yerleştirerek olabilir. Proletarya, siyasal güç kazanır kazanmaz kamu çıkarları uğruna alınacak böyle bir önlemin uygulanması, mevcut devletçe yapılan diğer kamulaştırmalar ve yerleştirmeler kadar kolay olacaktır.’’

KAYYUM VE ŞİDDET

Kürt halkının iradesiyle seçtiği belediye başkanlıklarına kayyum atanmasıyla başlayan faşist diktatörlüğün kayyum politikası üniversitelere de sıçradı. Kayyumun belediyelere atanması Kürt ulusal mücadelesine bir saldırıyı barındırsa da kayyumların faaliyetleri incelendiğinde durumun sınıfsal yönü öne çıktı. Halkı ve belediyeyi borç batağına sokan, kendi çıkarını halkın ihtiyaçlarından önde tutan anlayış arkasında inanılamaz bir borç bıraktı. Gençlik ise kayyum terörüne üniversitelerde daha yakından maruz kaldı. Birçok üniversitede gençliğin hakları ve iradesi hiçe sayılarak değersizleştirildi. Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Melih Bulu, gençliğin birikmiş öfkesiyle karşılaştı. Kayyuma karşı mücadeleyi ören genç kitlelerin başları aşağı indirilmeye çalışıldı. Buna karşı mücadelesini büyüten gençlik faşist diktatörlüğün hudutsuz saldırı ve şiddetine maruz kaldı. Üniversitelerin öğrencilere ve akademisyenlere yasaklandığı, onlarca üniversitelinin tutuklandığı ve yine onlarcasının işkenceye maruz kaldığı bir dönem geçirdik. Faşist diktatörlük bunlarla da yetinmeyerek psikolojik baskıyı ve nefreti öğrencilerin üzerine tutarak onları hedef haline getirdi.

EGEMENLERİN GENÇLİKTE YARATTIĞI KAYGI

Öncelikle kaygı kavramının psikolojik açıklamasını yaparak başlayabiliriz. İnsanın gündelik yaşamını sekteye uğratmayan veya yapması gereken bir işi engellemeyen kaygı anormal olarak sayılmaz. İnsanın bazı durumlarda kaygı duyması normaldir. Anksiyete bozukluğunda ise kişide ‘sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe’ gözükür. Kişi, her durumda olası en kötü senaryoyu düşünür ve henüz daha bir şey yaşanmamışken en kötüsünün yaşandığına dair içinde yoğun bir duygu yaratır. DSM-5 Yaygın Kaygı Bozukluğu için şu kriterleri öne çıkarmıştır:

“Günün en az yarısında birçok olay ya da eylemle ilgili kaygı ya da endişe duyarlar. Kaygıya ve endişeye aşağıdakilerden en az üçü (çocuklarda bir tanesi) eşlik eder:

  • Huzursuzluk veya gergin olma ya da sürekli diken üzerinde olma,
  • Kolay yorulma,
  • Odaklanmada güçlük çekme ya da zihnin boşalmış gibi olması,
  • Kolay kızma,
  • Kas gerginliği,
  • Uyku bozukluğu.

Kaygının açıklamasını yaptıktan sonra egemenlerin gençlik üzerindeki psikolojik tahribatını ilişkilendirebiliriz. Emperyalist-kapitalist sistemin sınıflar arasında açtığı uçurumların sebep olduğu ekonomik koşullar ve gençliğin geleceksizleştirilerek sermayenin köleleri haline getirilme uğraşı gençlikteki kaygının esas sebeplerindendir. Bu anlamda gençliğin var olma mücadelesi ve psikolojik durumu sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemez. Reformistlerin ve burjuva hukukun temsilcilerinin gençlik sorunlarını esas sebepten yani sınıf perspektifinden ayırma gayretleri kapitalist düzenin bir başka yöntemidir. Gençlik, ne reformist-revizyonlist anlayışların ne burjuva sosyalistlerinin ne de burjuva hukukunun yöntemleriyle var olma yanılgısına düşmemeli, sınıf mücadelesini esas gören ve gençlik sorunlarını sınıfsal düzlemde analiz eden mücadeleyi kuşanmalıdır. Gençliği özgürleştirmeyen, dar kalıplara sığdıran ve gençlik mücadelesini sınıf mücadelesinden ayrı tutarak emperyalist-kapitalizme ve onun yerli işbirlikçilerine hizmet eden anlayışa karşı “biz kendimizi dünyayı temellerinden sarsacak bir davaya adadık” şiarını ilke edinen ve Yeni Demokratik Devrim mücadelesinin dinamiği olma sorumluluğunu üstlenen Yeni Demokrat Gençlik mücadelesinde saf tutarak geleceğini ve özgürlüğünü esas sorunlarla uğraşarak kazanmalıdır. Örgütlü gücün aşamayacağı sorun yoktur; bireysel sorunları tetikleyen şeyin sosyolojik durumlar olduğunu ve toplumsal değişimin ve iyileşmenin örgütlü mücadeleden geçtiği unutulmadan hareket edilmelidir.

benzer haberler